Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Kasım, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

73.

 Boşanmanın üzerinden yarın itibariyle tam 1 hafta geçmiş oluyor, zaman ne hızlı ne yavaş, tam da olması gerektiği gibi akıyor. Ben zamanın içindeyim, zamana dahilim, onunla birlikte akıyorum. Hızlı mıyım, yavaş mıyım bilmiyorum, zaten sanırım artık bir önemi de yok; ilerlemenin ne demek olduğunu sindire sindire anladığında, yol almanın zaten yettiğini, varılacak yere yavaş da olsa hızlı da olsa zamanında, senin için doğru zamanda gideceğini biliyorsun; o yüzden kabullendim ve teslimim.  İlk haftamın her günü, bir öncekinden daha kolay geçti; bazen duygulandım bazen özledim; bazense çok gülüp mutlu anlarımın tadını çıkardım. Her şey her zaman istediğimiz gibi olmuyor, ama tüm süreçte fark ettiğim en temel gerçek, insan sevmesine rağmen kendini seçip bir ilişkiye son verebildi mi, devamında bir cesaret ve özgürlük hissinin onu sıcacık şekilde sarmaladığı oldu. Bazen kendimi mi gazlıyorum, bunların hepsi yola devam etmek için bir kandırmaca mı diye sorarken buluyorum; sonra da yine kendi

72.

 Boşanma sonrası üçüncü gün, Perşembe sabahından merhaba. Bugün daha hafif uyandım, akşam uyurken kendime sabah yürüyüşe/koşuya çıkacağıma dair söz verdim ama tutamadım, kendime kızmadım; sıcacık yatakta uyumak, gözlerimi kapatıp nefes çalışmak, meditasyon yapmak, kedimi sevmek her şeyden daha cazip geldi.  İnsan kendisiyle çelişse bile, kendini zorlamadan o an ne istediğini doğru okumalı, dinlemeli. Vücudunu dinlemeyi öğrendikçe, rahat ettiğin yerde buluyorsun kendini.  Hiçbirimiz mükemmel olmak zorunda değiliz , keza benim en çok çektiğim şekilde katı olmak zorunda da değiliz. Esnemek, adapte olmak sakinliğin en büyük yolu bence. Trafikte önüne kıran birine kızmamalısın mesela, ya da başkası senin önünde yavaş gittiği için kaldığın kırmızı ışığa yükselmemelisin, seni 20 dakika beklettiklerinde sakin kalmalısın; gücünün yetmediği elinde olmayan şeyler için enerjini boşuna harcamamalısın; harcamamalısın ki o kıymetli enerjin yine sana kalsın. Dün tam uyumak üzereyken, bir arkadaşımdan

71.

Beykoz adliyesi, 2. aile mahkemesi 10:13 olan randevumuza sistem çökmesi, elektrik kesilmesi gibi sebeplerle 13:29'da girdik ve davamız 13:42'de tamamlanmıştı, 12 senelik evliliği kağıt üzerinde bitirmek için 13 dakika yetmiş ve artmıştı üstelik. Babamın ölümünü acil kapısında doktor sıradan bir şekilde söyler başsağlığı verirken ölümün ne kadar basit ve olağan olduğuna kanaat getirmiştim; keza adliye kapısında ayrılan herhangi bir çiftken de boşanmanın ne kadar basit ve olağan olduğuna bir kere daha ikna oldum. Biz yaşadıklarımızı ne kadar özel sanırsak sanalım, hepimiz sıradan, olağan hikayelerin basit birer parçasıyız, farklıyız belki ama suretlerimiz benziyor, hikayelerimiz benziyor.  5 aylık bebekleri kucağında boşanmaya gelenlerden tutun bizim gibi elele bekleyenlere, kavga kıyamet tanık dinlenmeli hikayelere uzanan çokça çift vardı. Duruşma sırasında gözlerimiz doldu, yer yer ağladık ama günün sonunda veda ettik.  Ona bir mektup yazıp onu affettiğimi ve artık veda ettiği

70.

Mahkemeden boşanma günü geldi, 22 Kasım 2021 Pazartesi sabah 10:13. Davalı-davacı bla bla; kalanı okumaya bile gerek görmedim. Sevmişsin, sevdalanmışsın, denemişsin, o canım dediğine yabancı olmuşsun tüm duyguları 7,5 senelik evliliğe sığdırmışsın ve 2 dakikalık mahkeme seansında koskoca birlikteliğe "evlilik birliğinin temelden sarsılması" gerekçesi ile veda etmişsin.  Asla benim başıma gelmez kadar net konuşmamıştım ama bu kocaman sevginin biteceğine, bir gün yürütemeyeceğimize hiç ama hiç inanmamıştım. Bence sevgi her şeye yeterdi, bence sevgi her sorunu aşardı ama görüyorum ki sevginin bile iyileştiremeyeceği insanlar var.  "Neden?" dedim bir gün, "neden yapamıyoruz, neden düzelmiyor?" "Benim" dedi, "bir şey bozuk içimde onu tamir etmem lazım; iyileşmem lazım." Ben de sabırla bekledim, onu düzeltecek iyileştirecek hiçbir şeyi denemeden, her şeyi oluruna bırakarak denemesini izledim ve 36. yaşıma girerken doğum günümde boşanmaya kara

69.

15 Kasım 2021. Benim için öyle eşsiz, öyle güzel ve öyle önemli bir gün ki. Basitliğin ve sadeliğin tatminin göstergesi, ilerleyişin rahat alanından çıkabilme cesaretinin göstergesi. Birçok insan için çok basit olsa da attığım adım, yaptığım şey benim için çok kıymetli, benim değişmek için can atışımın tonlarca minik göstergesinden biri.  Bugün tek başıma dışarıda yemek yedim!  Belki çocukça ve basit bir etkinlik ama hayatının her anında yanında eşlikçi arayan, bunun olmazsa olmaz olduğuna inanan benim için harika bir tecrübe. 35 yaşımdan sonra kendimle ilişki kurmayı öğrenmeye çalışan ben dışarıda, uzun süredir önünden geçip merak ettiğim  bir restoranda ilk kez tek başıma yemek yedim.  Ağustos ayından beri Fenerbahçe taraflarında haftanın üç günü tenis oynuyorum, daha doğrusu tenis dersi alıyorum. İlk başta raketi savurup karşılayamadığım toplar, birkaç ders sonra file üstünden kontrolsüzce de olsa karşı tarafa geçmeye başladı, sonraki derslerde toplara yön vermeyi, sonrasında uzakta

68.

 boşanma protokolü cumartesi sabahı, senelerce birlikte yaşadığımız eve kahvaltıya davet ettiğim eşimin gelmesiyle imzalandı. birlikte kahvaltı hazırladık, karşılıklı oturup sohbet ettik; her zamanki gibi ben konuştum, anlattıkça anlattım, en ufak detayına kadar bahsettim her şeyden. sanki karşımdakinin kim olduğunun bir önemli yoktu anlatırken, ben o andaydım ve o dinliyordu. o an karı-koca da değildik, boşanan iki insan da, o an zamanın içerisinde iki ruhtuk birbirini tanıyan, ve birbirinde dinlenen. öylece geçti vakit, seni seviyorum cümleleri ile imzaladık boşanma protokolünü. Sevip de devam edemeyeceğini bilmek, devam etsen de yürümeyeceğini bilmek tuhaf bir his, istiyorsun, seviyorsun ama yetmiyor. Hikayemiz bu kadarmış bizim, seneler sonraki halimi hayal ediyorum; kim bilir nasıl anacağım bu günleri, ne şekilde düşecek aklıma, kalbime; hangi detaylarını unutup hangilerine tebessüm edeceğim? Haluk Bilginer eski bir röportajında "20 yıl sonraki Haluk'u çok kıskanıyorum, k

67.

66.yazımı yazarken, " bırakamadığımıza daha çok bağlanırız " diye başlamışım, yazının içerisinde de hiç konuya değinmemişim. Arkadaşımın sert cümlelerini 2 haftada bire düşürdüğüm terapi seansımda tekrarladım, gerçeklik payı var mıydı söylediklerinin, sahiden ben bağımlı mıydım ilişkiye, kendime değer vermiyor muydum, bu kadar yargılama gerekli miydi, hepimizin iyileşme şekli farklı mıydı? Sakince düşününce, sırf o terapi koltuğunda bir senedir oturuyor olmamın, mücadele etmemim bile kendime verdiğim değerden, hayatıma sahip çıkma isteğimden olduğu anladım. Arkadaşımın yargılarını bir kenara bıraktım. Haklı olduğu noktalar olduğunu fark ettim ama üzerime almadım. İnsan en iyi kendisini biliyor, bazen gücü olmadığından, bazen de hazır hissetmediğinden 5 sene sürüyor belki bir şeye alışmak, hazır hissetmek ama günün sonunda vakti gelince her ağaç çiçek açıyor.  Terapim konuşulacak konuları biriktirmiş ve yoğun şekilde geçti, biraz duygulandım, daha çok kendimden emin oldum, bir

66.

Bırakmadığımıza daha çok bağlanırız.  Bazı acımasız gerçekler var, bir de o gerçekleri suratınıza olduğu gibi yapıştıran insanlar. Çok sevdiğim bir arkadaşım, benim eskiden kim olduğumu, ne kadar güçlü olduğumu, zamanında dünyayı sırtlayacak güçte olduğumu bilen arkadaşım dünyanın en sert üslubu ile beni evire, çevire dövdü; sana duyman gerekenleri kimse söylemiyor sanki, yumuşaklıktan anlamıyorsun dedi bir daha dövdü. Üslubuma takılacağına, niye bunları söylüyor diye düşünüp idrak et dedi.  Burdayım, mesajlarını üstüste iki kere okudum, sindirmeye çalışıyorum. Dönüşüm yolunda giderken biraz kayboluyorum, terapi sürecinde ilerledikçe kolaylaşmıyor hiçbir şey; aksine daha da zorlaşıyor. Neyi neden yaptığımı, nasıl biri olduğumu on kere, yüz kere analiz ediyorum; sonra hiç bilmediğim üzerinde durmadığım ya da gözden kaçırdığım bir yerden biri saldırıyor.  Kendimi çok savunmasız ve BEN değil gibi hissediyorum, kendim değil gibi. Ama kendim kim, artık onu da kaybettim. Sanki üzerimden kat

65.

 ilişki içerisinde hepimizin belli görevleri var, bunlar sessiz bir anlaşmanın görünmez kalemle yazılmış kuralları gibi. boşanma ihtimali doğduğundan beri sürekli tek başıma yapabilir miyim, hayatta kalabilir miyim, geçinebilir miyim, ustalarla uğraşabilir miyim, ben taşınabilir miyim, arabamı servise götürebilir miyim diye düşünüp duruyorum.  12 sene öncesine, benim bu ilişkiye başlamadan önceki halime gitsek; interrailini yapmış, bilmediği adamlarla sırf seyahat macerasına aynı odada kalmış, sırtında 30 kilo çanta ile avrupayı dolaşıp tonlarca insan tanımış o kızı bulurduk. Evlenmeyeceğine, Türkiye'de yaşamayacağına ant içmiş, hayallerinin peşinden koşan o kızı bulurduk. Dünyaları yerinden oynatacağına emin, her şeyin üstesinden gelecek, hobileri olan, arkadaş çevresi bol olan, sevdiği şeyleri bilen, tutkularına sahip çıkan, çok okuyan, çok gezen dvd koleksiyonu olan o kızı bulurduk. Evlendiğim, sevdiğim için tabii ki eşimi suçlamıyorum, bunların hepsi benim tercihimdi, neden bil

64.

 Bir önceki yazıda, kendimce kötü biri olmaya çalıştığımdan bahsetmiştim, çok zaman önce değil dün yazdım o yazıyı, ama ne bilinçaltım ne kalbim huzurlu değil kötü biri olmaya çalışırken. Soğuk ve mesafeli durmak benim hamurumda yok nedense, aşırı taşkın sıcak ve sevgi dolu olmamayı kötü olmak sanıyorum ; çocukluktan gelen tanımlarımda bir sapma var. Sanki hislerim büyük bir kütüphane içinde yanlış raflarda duran kitaplar gibi, romantik kitaplar bilim kurgu kitaplarının içinden çıkıyor, tarih kitaplarından erotik romanlar, şiirlerin içinden antropoloji kitapları ve vergiler. Kitapları oldukları yere koymak için, hepsini bir kerede yere döküp indirmek mi gerekiyor, ya da tüm dağınık kitapları bir yere toplamak? Bu karmaşalar, bu değişik tanımlar nasıl çözülecek, ya da hepsinden önemlisi yeniden karışır mı dizsem?  J. ile seans arasını iki haftaya yeni çıkardık, ben hem gitsem ne konuşurum acaba diye düşünüyor, hem de anlatacak çok şey var diyorum. Artık seanslara gitmeden önce çalışıp,

63.

Ben kötülük yapmayı, oyun oynamayı, numara yapmayı bilen biri değilim. Mesajlarına hemen cevap vermeci kızlardan olamadım hiçbir zaman. Doğrunun, açık iletişimin her şeyi çözeceğine inandım, meğersem değilmiş. 35 yaşına kadar gelip, sana öğretilenlerin bir türlü çalışmadığı dünyada yaşadıklarınla öğreniyorsun başka şeylerin mümkün olduğunu.  Salı akşamı attığı şarkıyı görüp cevap vermedim, kendinde ruhen kaybolma lüksü görüp yine benim tarafından bulunma ihtimaline tutunan adamın mesajına cevap veremedim. Ben kendimi hangi ara bu kadar kul köle ettim hatırlayamadım. Sevginin ne demek olduğunu bilmediğimi fark ettim, koşulsuz sevgi birine verilince taşıması kolay olmuyordu, öğrendim. Arkadaşım tokat üstüne tokatlarını sıralarken şöyle dedi " ben erkek olsam, sana saygı duymazdım " ne acı, fazla iyi olduğum, alttan aldığım için ezme hakkını kendinde görüp saygı duymaması. Sistem gerçekten de böyle mi işliyor diye düşündüm, benim tüm yaşadıklarıma rağmen iyi kalışım, çirkinleşme

62.

 Perşembe günü eve geldi; saçma olduğuna ikimizin de emin olduğu bir bahaneyle senelerdir birlikte yaşadığımız eve beni görmeye geldi. 26 Eylül'de evden taşındıktan sonra ilk kez  gördük birbirimizi, geleceğini biliyordum ama habersiz geldi; kapıya koştum; çok sevdiğim güne bakan çiçekleri ellerinde, o gün kendime almayı düşünüp vazgeçtiğim güneşe dönen güne bakan çiçekleri. Bozcaada yolunda "günebakan" diye camdan sarkıp haykırdığım anlar geldi gözümün önüne, gülümsedim; bu anının onda da yer ettiğine emindim. Tutmadım kendim, atlayıverdim boynuna. Sarıldım, kokulu kokulu öptüm, koala gibi yapıştım; kucağına oturdum; o ağladı. Saçlarını öptüm, ensesinde gezdirdim elimi, boynunu kokladım mis mis, hareketsizce kaldım; hıçkırıklarını dinledim. "Özledim" dedim sadece, sıkıca sarıldı belimden, "ben de, ben de çok özledim" dedi, öylece kalakaldık; zaman durdu; biz durduk. Ne kadar zaman sonra mutfağa geçip kahve demlediğimi hatırlamıyorum, çiçekleri vazoya

61.

Birkaç gündür durgunum, son terapi seansında kendimi bırakmadığımı fark ettiğimden beri durgunum, sakince kendimi izliyorum. Hissettiklerimin vücudumdaki yansımasına bakıyorum, ne kadar derin nefesler aldığıma, gördüğüm rüyalara, sabah uyanma şeklime bakıyorum. Uyku saatime, uykumun verimliliğine, yediğim yemeye, canımın çektiklerine, hepsine bakıyorum. Vücudumu, ruhumu, isteklerimi izliyorum.  Boşanma kararımı verdiğimden beri bir restoranda haftasonları çalışıyordum, hem yeni insanlarla tanışıp hem de sevdiğim bir işi yapmak iyi geliyordu, nedense son zamanlarda evi özleyip pazar günlerimi evde geçirmek istediğime karar verdim. Fark etmeden kaçtığım evimde, kendi düzenimi yavaş yavaş kurma zamanım gelmiş belli ki.  Eline televizyon kumandası almayan ben, sırf ilk ve son dizisini izlemek için, türlü yöntemler ile turkcell tv plus üyeliğimi aktive ettim, iki telefon konuşması ve biraz teknik aksaklıklardan sonra üyeliğimi aktive ettiğimde kendimle gurur duydum, böyle şeyleri hep eşim y