Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ağustos, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

47.

 22 Ağustos Pazar günü birahane mutfağında çalışmaya başladıktan sonra, ikinci hafta 30 Ağustos'un da tatili olması sebebiyle 3 gün üstüste çalıştım.  Muftakta çalışmanın tuhaf bir hazzı var, insanın bir dakika düşünmeye vakti olmuyor her şey çok hızlı, fazla dinamik ve hatasız. Kilolarca patates kızartılıyor, mac'n cheese'ler yapılıyor, kıymalar porsiyonlanıyor, her gün neredeyse dükkana ya manavdan, ya metrodan ya da başka yerlerden sipariş yığıyor. Stok dönüş süresini hesaplamak bile ayrı bir yetenek. Pişirmek, yemek yapmaktan hoşlanmak gerçekten bu işin olmazsa olmazı, yani seviyorsun diye orada olmak 10 üzerinden 0,05 bir puana sahip. Kalan şeyler, dikkat, disiplin, fiziksel kondisyon, temizlik, doğru planlama diye uzayıp gidiyor.  Ön hazırlık doğru olmadığı sürece, restoranın hayatta kalma ihtimali yok sanki; bu da detaycılık ve doğru planlamadan geçiyor. Ben de böylece mutfakta/restoranda ne işler olduğunu görüyorum, satın almacılık hep ilgimi çekiyor ama buraya 6 ay

46.

Instagram'da genelde hep benzer içerikler görüyorum, influencerlar aynı ürünleri paylaşıyorlar, içerikler, yazılar, komik şeyler, twitler hep birbirine benziyor. Mutluluklar da ayrılık acıları da hep benzer. Bugün, uzun zaman sonra ilk kez hiç görmediğim güzel bir sözle karşılaştım; o kadar hoşuma gitti ki; eşime, bana hissettirdiği tüm kötü anlara rağmen içimde beslemeyi gram beceremediğim sinir, kızgınlık, intikamı özetleyen; kendimi bulduğum basit bir cümle.  "ben seni kötüleyemem hiç. çiçekli bir yol vardı yürüdüm derim, ayaklarıma dikenler battı ama her ormanda olur böyle şeyler derim."  Kalbim sevgiyle dokunmuş sanki, gram kızamıyorum; boşanıyoruz ama aynı evde yaşıyoruz; yeni evini beraber kurmayı, kötü günlerde birbirimizin yanında olmayı, hep sevip / saymayı konuşuyoruz. Birini gerçekten sevmek, her şeyinle sevmek mümkün; arada kaçırdığımız sevgi karı-koca sevgisi olmuş. Bazen gerçekten ne yaparsan yap olmuyor, bitti mi bitiyor işte. Sana da ahlaklı bir şekilde,

45.

Bir önceki yazımda mutfak tecrübelerimi ayrı bir post olarak paylaşacağımdan bahsedip ortadan kaybolmuşum, sanki pazar günü mutfakta olan ben değildim de aylar öncesinden bir anıymış gibi geliyor. Zamanın göreceli bir kavram olmasını her defasında iliklerime kadar hissediyorum. 12 yıl birlikte olduğum adam şimdi yabancı olurken, üzerinden bir hafta geçmemiş mutfak deneyimim sanki bin yıl geriden geliyor.  Pazar günü 11'de gel dedikleri için ürkek adımlarla restoranın olduğu otele gittim. Lobide beni karşılayan çocuğa şefle görüşmem olduğunu söyledim ve tam 1,5 saat gelmelerini bekledim. Ara ara hayıflansam da, her şeyin bir tecrübe olduğuna kanaat getirip beklemeye devam ettim.  1,5 saat sonra beni lobiden alıp, mutfağa indirdiklerinde en büyüklerinin ben olduğunu anlamam uzun sürmedi, yaşı bana en yakın olan kişi 88 doğumlu, sonrası 95-96-2000 olarak devam ediyor.  Ortam sıcacık, insanlar tatlı, hemen bana yardımcı olup bildiklerini iliklerine kadar aktarıyorlar. Beyaz yakalıların

44.

1 yılı aşkın süredir sürdürmeye çalışmakla debelendiğimiz evliliğimiz nihayet belirsizlikten kurtuldu ve yolları ayırmaya karar verdik. Severken, arkadaşken ayrılmaya çalışmak çok tuhaf, dengesiz. Yanında yatıyorsun ama sabah işe giderken dudaklarından öpmüyorsun; elini tutuyorsun, göğsüne yatıyorsun ama sevişmiyorsun. Avukat bir arkadaşımla görüştüğümde bile böylesi boşanmanın pek görülmediğini, bir daha denememiz gerektiğini söyledi.  Sahi evlilik ne olmalıydı, ne beklemeliydik de bulamadık? Çok mu girdik birbirimizin alanına, her şeyi beraber yaparken çok mu ihlal ettik sınırlarımızı ya da sevmenin ne olduğunu mu doğru tanımlayamadık bilmiyorum ama bence evlilik en nihayetinde iyi bir arkadaşlık olmalıydı. Birlikte güldüğün, gezdiğin, ağladığın; yeri gelince susup yeri gelince konuştuğun, paylaştığın güzel bir arkadaşlık olmalıydı; ilerleyen zamanda yeni biriyle tanışıp evlenecek olsam yine yolun sonunda arkadaş olabilmeyi seçerim gibi geliyor. Süreç ne getirir bilinmez ama ben de k

43.

 BO-ŞAN-MA  boşanma sürecine hoşgeldik. doğum günüm, yeni yaşım, kendime yeni ve bekar bir ben armağan ettim derken olaylar hızlandı; boşanmanın adını koyduk ve yola koyulduk.  insan içinde kelebekler uçuran, gözlerine bakınca parıl parıl parlayan kendini gördüğü gözlere nasıl da yabancı oluyor zamanla. O hiç bitmeyecekmiş sandığın sevgi, dağlara  tepelere koyduğun o adam/kadın nasıl da küçülüyor gözünde. Belki de birlikteliklerin içinde insanları biz büyütüyoruz gözümüzde, belki de başkalarına biçtiğimiz değer kendimizinkini de doğruluyor bir yerde. Öyle ya, ben dünyanın en muhteşem insanıyla olacak kadar muhteşemimdir diye düşünüyoruzdur belki; sonuçta yetersiz, ezik birileri ile olacak halimiz yok mesela? Daha önce de yazmıştım, insan kendini kandırmak, ya da bir şeylere inandırmak isterse müthiş bir yeteneği ortaya çıkıyor, milyon kere sahnelenmiş tiyatrolardan daha iyi, daha inandırıcı bir oyunculukla üstelik. O yalanı da, minik oyununu da kendi kendine defalarca sahneliyor; üstel

42.

doğum günüm için  minik bir kaçamak ayarlamış, şehir dışındayız. hevesini kırmak istemediğim için söylemedim ama "başka bir yer mi yoktu sahi?" düşüncesi gitmek bilmedi içimden. 12 yıllık birlikteliğimizde hep güzel süprizler yapan adam gitti, yerine görev olarak bunları yapan biri geldi, hissediyorum içinden gelmiyor; isteyerek yapmıyor. Ondan başkası olmadığı için, sorumluluk onda olduğu için yapıyor.  Aramızda inmek bilmeyen bir duvar var, bir tuğlası bile yerinden oynamıyor. Konuşacak bir şeyimiz yok sanki, paylaştıklarımız öldü. Ne benim gözlerimin içi gülüyor eskisi gibi, ne de onun hevesi var, o hep yorgun; beni de yoruyor artık birbirimize iyi gelmiyoruz kabul etmek gerekiyor.  Doğum günümde odaya pasta geldi, o sırada zaten sırf ses olsun diye masterchef açmış ona bakıyordu; adam arabayla pastayı getirdi üfledim. üflerken bir fotoğrafım bile olamadı; adamı uğurladık ona baktım beni kutlayacak gibi bir hali yoktu "öpecek kutlayacak mısın beni?" diyebildim sa

41.

 2019 yılıydı, 5. evlilik yıldönümünde bana çok uzun zamandır beğendiğim, istediği altın zincir kolye almıştı. Hediyesini verdiğinde çok sevinmiştim, alma hikayesini anlattığında ise şaşkınlığımı gizleyememiş ve tüm bunları iş saatlerinde, o kadar yoğun çalışırken nasıl yapabildiğine hayret etmiştim.  Anadolu yakasında oturmamıza rağmen, Nişantaşı'nda bir dükkana buna bakmaya gidip, sonrasında başka bir iki yer ile görüşüp karar verdiğini gururla anlatırken benim aklıma tek bir soru gelmişti; peki tüm bunlar olurken ben seni nerde biliyordum dedim; sana işte olduğumu söylüyordum dedi safça. Ben de hediyeye sevinmek bir yana, bana nasıl bu kadar kolay yalan söyleyebiliyorsun çok şaşırdım dedim; hevesle yaptığı süprizin ortasına hevesini kıracak bir darbe indirdiğimi fark etmiştim ama içim bir türlü soğumak bilmiyordu.  Koynunda yatan adamı tanımaz mı insan? Benim kocam asla yalan söylemez, en sevdiğim özelliği dürüstlüğüdür cümleleri boşuna mıydı? Bu konu o günlerde aklıma takıldı,

40.

Beykoz kundura fabrikasındayız, açık hava film festivalinde 1954 yapımı a star is born izleyeceğiz. Güneş en turuncusundan batarken ortam kararana kadar beyaz sandalyelerde yerimizi aldık. Arka fona yerleştirilmiş bir la vie en rose ve tek istediğim o an orada dans etmek.  Yanımdaki adama sesleniyorum ezberlediğim sevgi sözcüklerimden biriyle, şu an dans etmek istiyorum diyorum; bakıyor cevap vermek bile yok, hayır diyeceğine eminim ama cevap bile vermemeyi tercih ediyor. O an kalkıp benimle dans edebilecek adam var mı bilmiyorum, ama ihtimali bile bana sürekli doğru yolda olmadığımı hatırlatıyor.