Doğru neydi, neden bildiğimiz doğrulara yapışıp hayatlarımızı onların üzerine kuruyorduk? Doğru bildiklerimizin sarsılmayacağını kimden öğrenmiştik? Ya da doğrularımızın zamanaşımına uğramayıp, sonsuza kadar değişmeden aynı kalacağı varsayımını kim yüklemişti omuzlarımıza? Soru soruyu, olaylar başka soruları doğuruyor; hayat ve anlam aramalar sanki kocaman bir yumak ve çözdükçe daha çok dolanıyor. "Hıh şimdi oldu işte, çözdüm" dediğin an, alttan daha büyük bir büyük düğüm çıkıyor, hem de daha önce çözdüklerinin de aslında tam çözülmediğini inatla hatırlatıyor. Ben kendi yumağımı bitirmeye yaklaştım sanırken, aslında o yumağın büyük bir kısmının kaldığını dün fark ettim. Yüzleşmenin ağır geldiği şey, "ilerliyorsun, aferin kızım" diye motive ederken kendimi, önüme çıkan ilk engelin tokat gibi yüzüme yapışması oldu. Bu olaydan ders çıkarmaya çalışıyorum, aslında bunların da ilerlemenin bir parçası olduğunu, ilerlemenin can acıtmadan, yüzleştirmeden, çirkin yanlarınla
Doğalı 35 yıl olmuş neredeyse, 35 yıllık hikayeyi yeni baştan yazmaya çalışıyorum, baş kahramını biraz değiştirip; ezber bozuyorum.