çocukken babam ne zaman evde iş yapsa, ampül değiştirmekten tut; tamirat işine, defter kaplamadan, sebze ayıklamaya hepsinde beni yanıbaşında oturturdu. Babamla birlikte oturup, onun ayakkabıları boyamasını izlerdim, ara sıra bana şakasına boya sürerdi, ya da nispeten küçük ayaklı olan annemin ayakkablarını verip birkaç yerine süngerli boyalardan dokundurmama izin verirdi. Bu hem bir baba-kız aktivitesiydi; hem de beni yetiştirme şekliydi. Ampul değiştirmek, ya da yıldız tornavidayı tanımak hayatta bir adım öteye taşımasa da insanı, babamı kaybettikten sonra hala onu benimle yaşatan anılar haline getirdi yokluğunu. Ne zaman günlük hayatta bir şeyler yapsam, babam aklıma düşüyor, o çocukluk anılarına geri gidiyorum, yüzüm gülümsüyor. Yetişkinlik de aynı şey; her şey bitip, yitip, geçip giderken bize kalan sadece yüzümüzü gülümseten anılar ve bu anıları veren insanları sevgiyle anma lüksü. Ama matkap kullanmayı öğretmemişsin be baba!
Doğalı 35 yıl olmuş neredeyse, 35 yıllık hikayeyi yeni baştan yazmaya çalışıyorum, baş kahramını biraz değiştirip; ezber bozuyorum.