Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mart, 2022 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

96.

 Senede bir gün... kaç senedir evinde olduğunu bilmediği, ama hikayesini ve nereden geldiğini çok iyi hatırladığı ceviz masanın üzerinde elini gezdirdi, ayakları masanın yanına dizilmiş birbirinden farklı sandalyelere takılmadan elini masadan hiç kaldırmadan, sanki elinde bir bez var da onunla tozunu alırmış gibi tüm  masayı zerafetle tavaf etti; aklında hiçbir düşünce olmadan; neden böyle yaptığını bilmeden masanın etrafında usulca dolandı. Zarif miydi gerçekten, hayatı boyunca hiçbir zaman zarif olmamıştı, hatta kız kardeşi bir keresinde ona kavgaya gider gibi yürüdüğünü söylememiş miydi? Kız kardeşin ne kadar güzel bir şey olduğunu düşündü, çocukken onu istediği zamanı, anne babasına sipariş eder gibi kardeş dediğini, doğum günü pastalarını içinden kardeş dileği tutarak üflediği zamanları hatırladı; annesiyle babası onu kırmadan 8,5 sene yaş farkıyla onu abla yapmışlardı ısrarlarına dayanamayıp; içinden anne babasına teşekkür edip, kız kardeşine onu çok sevdiğini söyleyen bir mesaj

95.

Kaan Boşnak bir şarkı yazmış, yetmemiş "o" da bana göndermiş; diyor ki şarkıda: "şimdi gelsem sana zaman ötesinden, s esinden öpsem ya da nefesinden.  Düğümlerimizden çözülsek ya birden e minim bu hasret bitmez ki sevgili.."  Sevmenin, kimi sevdiğinden bağımsız insanda, içimizde, kalbimizde, beynimizde, fiziğimizde yarattığı enerjiyi seviyorum, sevmeyi seviyorum aslında; şimdi daha iyi anlıyorum. Ona veda etmeye devam ettikçe, bendeki o iyice eksildikçe, sevmenin, sevilmenin varlığını, tanımını netleştirebildikçe, beklentilerimle gerçeklerimi harmanladıkça, ne istediğimi anlayıp; birine ne verebileceğimi iyice idrak ettikçe anlıyorum.  İkinci bir şarkı daha yollamış ardından, "bu ben" diye, kendini ifade etmekten aciz, koca sevginin, birlikteliğin, evliliğin bitişini seyirci gibi izlemiş, kendince gösterdiği ama bana hiçbir zaman geçmeyen çabasıyla aklı yeni yeni başına gelirken şarkı yollamış, halihazırda birinin yazdığı şarkı duygularına tercüman olmuş,

94.

 Dün itibariyle terapi sürecimin neredeyse sonuna geldim, önce haftada bir sonra iki haftada bir derken, 3 haftada bir ve nihayet terapistim " seni çok iyi görüyorum, artık ayda bire dönelim, sonra da yavaş yavaş vedalaşalım diyorum, ne dersin? " dedi; son zamanlarda aldığım en güzel teklifti diyebilirim. İnsanın kendiyle, tüm acıya rağmen yürüdüğü yol ile gurur duyması, mutluluktan ağlaması öyle güzel ki. Aynaya bakıp, gözümün ferinin söndüğü günlerden, başımı yastığa acaba ben mutlu muyum, beni seviyor mu ki diye hissettiğim, ağlayarak uyuyup, ağlayarak uyandığım rüyalarımdan bugünlere geldim.  Neredeyse kayboluyordum, kendimi öyle zor yakaladım ki; tam tam düşüş olacaktı benimki çıkamasaydım; babam ölmüş, boşanıyorum, hayatta kaybolmama ramak kalıyordu ki yakaladım kendimi ensemden, iyi ki de yakalayıp o terapi koltuğuna bana yardım edin diye oturmuşum; kendimi tutamayıp ağladığım, artık ağlamak istemiyorum diye gözyaşlarımı silip, bu kadar üzülmek yeter diye sinirimden ki

93.

 harika bir söze denk geldim instagramda, diyor ki 30 yaşına kadar yalnız kalmayı, kendi işine bakmayı, affetmeyi, ön yargılarını kırmayı ve asla cahillerle tartışmamayı öğrenmiş olmalısın. Ben bu blogu tam olarak bu cümlede özetlenmiş dersleri öğrenirken; kendi yolumu izlemek, takıldığım yerlere bakmak için açmıştım. Özellikle affetmeyi ve yalnız kalmayı becermeyi deniyordum bir de ön yargıları kırmayı ki hala da bu konuda yoluma devam ediyorum.  İnsanın içinde "kötü biri olabilme" ihtimaliyle yüzleşmesi çok acımasız, benim küçük ve mutlu dünyamdaki en acımasız gerçekti diyebilirim hatta. Bazen içimden geçen düşünceler o kadar kötü kalpli gelirdi ki, kendimden utanır ve bunları "nasıl düşünebilirim" diye kendime kızardım; halbuki insanın aklından milyonlarca düşünce geçebilir; önemli olan bunları sahiplenmeden uğurlamaktır, ben de bunu yeni öğrendim. Duygu ve düşüncelerimizin çıkışını kontrol etme şansımız yok, ama onları nasıl çıkaracağımızı sanırım seçebiliriz, e

92.

 biz çocukken bir oyun vardı, köstebek ya da tilki tam anımsamıyorum, labirent gibi yer altı tünellerinin içinde yürür, nereden çıkacağını tahmin etmeye çalıştığımız bir delikten başını çıkarırdı biz de onun kafasına kafasına elimizde çekiçle vururduk. Atari oyunuydu sanırım.  Ne zaman sana iyilik yapmaya kalksam, iyilikle elimi uzatsam cevapsız bıraktığın mesajlarım, benden istemediğin yardımlar bana o köstebekmişim gibi hissettiriyor. Ben kendi canımı acıtmaktan, kendimi sırf seviyorum diye böyle önüne sermekten yoruldum, benim bildiğim dünyamda sevgi zaferdi, sevgi varlığına şükredilecek bir şeydi, varoluğu için şımarmayı gerektirmiyor sınanmayı gerektirmiyordu, sevgi sahip çıkılması gereken bir şeydi. günün sonunda sorduğun şey bana iyi gelip gelmediği ise, hayır gelmiyor.  ne güzel yazmıştı yalın, ağlaya ağlaya; senden vazgeçiyorum.