Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Aralık, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

81.

 2021'e veda ederken..  2019'da kedimin ölümüyle başlayan yılı, 2020'de pandemi, babamın ölümü, ilişki teklemesi ve 2021'de boşanma izledi. Böyle yazınca, okuyunca, uluorta yüzleşince "vay canına" çıkıyor dudaklarımın arasından sadece. İyi ya da kötü değil, sadece hayretler içerisinde bir "vay canına"  Bahsettiğim periyod iki sene olsa da, ben sanki yoğun bir yılmış gibi değerlendiriyorum bu zamanı. Travmalarımın başka travmaları tetiklediği, neticesinde iyileşmenin, kendini bulmanın başladığı bir zaman olduğunu düşünüyorum.  Bu zaman diliminde yaptığım en iyi şey yeni bir kedi sahiplenmek, düzenli spor ve sağlıklı beslenme ile 22 kilo verip tenise ve terapiye başlamak oldu.  Psikologa gidene kadar, kendimden bu kadar bihaber olduğumu bilmiyordum, resmen asalak gibi süzülüp duruyormuşum, aşırı mutlu ve kendinden emin, özgüvenli sandığım içimdeki kız çocuğu meğersem ilgiye aç, tatmin olmayı ve fark edilmeyi bekler halde içimde oturuyormuş; onu elinden

80.

 ne demişti Sartre, "cehennem, başkalarıdır."  bu kadar derin, karamsar olmaya gerek olmadan; uzunca bir süredir insanlarla ilgili fikirlerimin, görüşlerimin değişime tanıklık ediyorum. insan ilişkileri tuhaf bir acımasızlık ve tatmin duygusu üzerine kurulu sanki, karşıdakinin canını acıtmaktan, acısından içten içe zevk almaktan besleniyor gibi.  Yeni dönemde arkadaş olmaya başladığım birisinin birkaç ay önce beni fazla gaza getirdiğini fark etmiştim, eskiden insanlardan asla kötülük gelmeyeceğine inanan, buna içten içe emin olan birisi olarak kötülüğü göremeyecek kadar kendi mutlu dünyam kadar algılardım anlatılanları. Ne zamanki iyi bir dinleyici olmaya, daha az konuşmaya başladım o zaman fark ettim insanların konuşurken ne anlattıklarını, nereyi vurguladıklarını ya da ne yapmaya çalıştıklarını. Belki çoğumuz bilerek, kasıtlı şekilde konuşmuyoruz, belki samimiyet kisvesi altında ağzımıza geldiği gibi konuşuyoruz ama karşıdakinin ne anladığına, ne hissettiğine, söylediklerim

79.

"Fazla yakınlığın getirdiği uzaklıktayız" diye bir söz okumuştum zaman evvel bir yerde, sonrasında da içimden "yakın olmak için uzak dur benden" diye mırıldanıvermiştim. İki zıt kavram, ilişkilerin varlığını, hatta bazı bazı dengesizliğini anlatabilmek için aynı cümlenin içerisinde usulca yanyana durabiliyordu; onlar aynı cümlede yanyana durabiliyordu da, ben bu evliliğin içinde bana benzemeyenle duramıyordum.  13 Haziran'da başlayan evliliğimiz, 13 Aralık'ta mahkemeden eve gelen tebligatla resmi olarak sona erdi, tam tamına 7,5 sene süren evlilik defterini artık vicdanım rahat bir şekilde kapattığımı kendi kendime itiraf edebilirim. Öncesinde de 5 senelik birliktelik derken; ömrümün kabaca üçte birini sevdiğim bir adama vermenin tatlı huzurunu, güzel bir ilişki yaşamış olmanın lüksünü, sevmenin ve sevilmenin sefasını yeterince sürmüş olmanın keyfini derinlemesine hissediyorum.  Bu evliliği bitirmeye karar verme aşamasında kendime daha fazla sürdüremeyeceğim

78.

 Ne kadar süredir yürüdüğünü hatırlamıyordu, ayaklarının altına bakıp tahmin yürütmek istediğinde rahmetli anneannesinin ona 16. yaş gününde aldığı spor ayakkabılarını ne kadar eskittiğini fark etti ve bir spor ayakkabı kadar ömrü olacak mı diye merak etti. Eşyalar, sahiplerine inat hayatta kalmayı sürdürüyorlardı; sessiz bir isyanı paylaşan eşyaların varlığı yaşamın en güzel kanıtıydı; ölüme başkaldırının en sessiz haliydi.  Anneannesi düştü aklına, 16 yaşında kaybettiği anneannesi, biricik evladının; annesinin ani kaybına dayanamamış o da hemen ardından hayata gözleri yummuştu. Bir başına olmanın ne demek olduğunu anladığında, 16 yaşındaydı; annesi ve anneannesinden geriye yalnızca ona ait spor ayakkabıları kalmıştı; babası mı? Onu neredeyse hiç tanımamıştı.  Anneannesinden ona miras kalan evde, yıllara meydan okuyan eşyaların arasında kendine ve evin emektar kedisine, solmak bilmeyen miras çiçeklerine bakmayı öğrenmişti. Anneannesinin vefatının ardından konu komşu uzunca bir sür

77.

 Dün Alan Kadıköy'de harika bir oyun izledim; "Harika Şeyler Listesi".  Oyunun basitçe, küçük bir çocuğun annesinin intihar teşebbüsü sonrası ona yaptığı naif listeyi konu alıyor. Listede annesini yaşamanın güzelliğine dair ikna edecek maddeler yer alıyor; dondurma ile başlayan liste on yüz bin derken milyonu geçiyor maddeler bazen uzuyor, bazen tek kelimeye düşüyor ama hayatı boyunca yaşamaya devam ediyor.  Oyundayken kendi listemi düşündüm, neler eklerdim içine, neleri onun listesinden çıkarırdım diye; genelde hoşuma giden şeylerin hep hayatın basit ayrıntıları olduğunu fark ettim. Evet liste dondurma kadar basit olmalıydı, yaşamak güzeldi ve her tecrübe bunu daha da güzelleştiriyordu, ben de kendi içimden eklemeye değer olanları sıraladım...  biriyle aynı eve taşınırken, kütüphanenizde ortak kitapların olduğunu fark etmek - mahallenin ciddi abisini kedilerle minnoş minnoş konuşurken görmek - her yer kuruyken minik gölet halini almış su birikintisine dalan çocuklar - ha

76.

 instagram'da harika bir hesap keşfettim, nasıl nereden sayfama düştü bilmiyorum ama birkaç ay olmadı Yasemin Yapanar'ı tanıyalı. O delidolu enerjisi, kendini daha tam bulamamış haldeyken başkalarına yardım etme isteği , deliliği, gülümsemesi kocaman kahkahası, insanı kendiyle başbaşa bırakırken bile yalnız olmadığını hissettirmesi bana iyi geldi. Podcast'lerine daldım; 1-2 tanesini dinledim, katıldım, hak verdim, düşündüm. Yaklaşık iki senedir o kadar çok düşünüyorum ki, artık nasıl düşünmem gerektiğine dair zihnimin kısa yollarını, çıkmazlarını ezberledim. Bugün paylaştığı bir postunu gördüm "siz şimdilerde hangi korkunuzla yüzleşiyorsunuz?"diye sormuş, "özelden değil, yorumlardan gelin" diye de eklemiş notunu. Hiç başkalarının korkularına bakmak aklıma gelmeden yazıverdim kendi korkumu, kendi yüzleşmemi. "yalnız başına bir şeyler yapmak; tiyatroya, sinemaya gitmek mesela!" dedim, ben birkaç haftadır bu korkumu yenmeye çalışıyorum, yeniyorum

75.

 Hangimiz ne kadar iyi yalancıyız?  Kendime söylediğim yalanları açığa çıkardığımdan beri, yalana karşı algım açıldı. Kim daha iyi yalan söylüyor, kim kendini kandırıyor, kim bana yalan söylüyor, kendini akıllı sanıp karşıdakini aptal yerine koyuyor anlıyorum, anlamadıklarım da oluyordur ama eskiden gözümün tamamen kapalı olduğu noktada, şimdi farkındalıkla bakıyorum. Dürüstlüğün her zaman önemli olduğuna, güzel ve keyifli bir erdem olduğuna inanıyordum ancak uygulamada dürüstlük olarak tanımladığımız şeyin başta kendi gerçekliğimiz, kendi gerçeğimiz olduğunu yeni yeni keşfediyorum.  Bu yalanları da bilerek söylemiyoruz çoğu zaman, yalanı o kadar kanıksamış, o kadar kronikleştirmişiz ki gerçeğimiz yalan olmuş adeta.  Mutluluk obsesyonu altında kendi hislerini tamamen görmezden gelen ben, kendimi senelerce mutlu olduğuma inandırdım, şişman bedenimle güya mutluydum, sevdiğim adamla mutluydum, arkadaşlarımdan, hayatımdan mutluydum. Evet şükrediyordum ama mutluluk kesinlikle şükretmekle ay

74.

Tenimde hissettiğim bir serinlik burun deliklerimden içeri süzülüyor. Son birkaç aydır denediğim nefes çalışmalarından yola çıkarak, gözlerimi hafiftçe kapatıp özellikle omuzlarım rahat mı diye bakıyorum. Aldığım nefesi izlerken, nefesimin geçtiği her yolu farkına varıyor, soluduğum serinliğin vücudumundan geçişini izliyorum. Bu öyle bir geçiş ki gerçekten de içim ürperiyor, soğuğu soluyorum; önce burnumdan girişine sonra hafif kararsız kalıp beynime kadar çıksa mı yoksa aşağı yönlü mü yol izlese tereddütüne şahit oluyorum. Bu şahitlik bir iki saniyelik nefes tutmaya denk düşüyor; nefesimin yönünü aşağı bırakıyorum. Boğazımda aynı serinlik, serinlik aşağılara indikçe daha da artıyor sanki. Göğüs kafesimden geçiyor, ciğerlerim, midem, bağırsağım derken kadınlığıma takılıyor, sonra bacaklarım ve ayak parmaklarıma kadar geziyor nefesim bedenimde; aynı yolun çıkışı daha hızlı bu sefer; gezerken ısınmış.  İlk olduğum anki gibi değilim, duruşum daha rahat, sanki hafif bir sallatıya esir düşü