Ana içeriğe atla

96.

 Senede bir gün...

kaç senedir evinde olduğunu bilmediği, ama hikayesini ve nereden geldiğini çok iyi hatırladığı ceviz masanın üzerinde elini gezdirdi, ayakları masanın yanına dizilmiş birbirinden farklı sandalyelere takılmadan elini masadan hiç kaldırmadan, sanki elinde bir bez var da onunla tozunu alırmış gibi tüm  masayı zerafetle tavaf etti; aklında hiçbir düşünce olmadan; neden böyle yaptığını bilmeden masanın etrafında usulca dolandı. Zarif miydi gerçekten, hayatı boyunca hiçbir zaman zarif olmamıştı, hatta kız kardeşi bir keresinde ona kavgaya gider gibi yürüdüğünü söylememiş miydi? Kız kardeşin ne kadar güzel bir şey olduğunu düşündü, çocukken onu istediği zamanı, anne babasına sipariş eder gibi kardeş dediğini, doğum günü pastalarını içinden kardeş dileği tutarak üflediği zamanları hatırladı; annesiyle babası onu kırmadan 8,5 sene yaş farkıyla onu abla yapmışlardı ısrarlarına dayanamayıp; içinden anne babasına teşekkür edip, kız kardeşine onu çok sevdiğini söyleyen bir mesaj gönderdi. Kardeşi hiç şaşırmadı, sevgiyi zamansız bir şekilde dile getirmek, bu ailenin yazılı olmayan kurallarından yalnızca biriydi. 

Bu masada, evli oldukları 7 sene boyunca yedikleri yemekleri düşündü, denediği türlü türlü yemekleri, her defasında keyifle oturup kalktıkları sofraları, yılbaşı yemeklerini, doğum günü kutlamalarını, sebepsiz kutlamaları. Hiç üşenmeden herkesi evine çağırdığı zamanları, sofranın etrafında topladığı güzel insanları, çoğu hayatta olmayan aile büyüklerini düşündü. Babası geldi aklına, vefat ettiği sene yılbaşına birlikte girmişlerdi, kötü giden evliliğini kendine bile itiraf edemediği zamanlarda, tüm aile 6 ay sonra babasının öleceğinden, 1,5 sene sonra da evliliğinin biteceğinden habersiz mutlu pozlarını vermişlerdi. Hiçbir şey fotoğraflardaki gibi kalmıyordu, her şey sürekli biteviye değişiyordu. 

Bugün boşanmalarının üzerinden tam 3 sene geçmişken, her sene yaptıkları gibi senede bir gün, bir araya gelip o sofrayı kurup anıları yad etme zamanlarıydı. Buna nasıl ve neden karar verdiğini her sene sofrayı kurarken kendine hatırlatırdı. Boşanmış ama birbirlerini özler halde oldukları, yanlış olduğunu bile bile kimseyi dinlemeden saatlerce yazışıp konuştukları bir gün, keşke demişlerdi, anılarımızı güzel ve taze tutsak, biliyoruz bir arada olamayız ama yine de o günleri hep yaşatsak. İkisi de olmayacağını bile bile aynı dileği diliyorlardı, evliliği düzeltmek, çabalaya çabalaya iyileştirmek yerine, geçmişe tutunmayı seçiyorlardı. Birbirlerine hasret dolu şarkılar gönderiyor, tatillerinin ne kadar güzel olduğundan bahsediyor ama asla yeniden bir araya gelmeyi dillerine getirmiyorlardı. Flört güzeldi, bildiğin yerde olmak da, sofrayı kurmaya başladığında aklından türlü türlü düşünce geçiyordu. Neden 3 yıldır kimseyle doğru dürüst birlikte olamıyordu, neden hep içinde tuhaf bir yetersizlik hissi vardı, neden kulp takıyordu o çok düzgün adamlara? Anıları o kadar da güzel miydi sahi de bu kadar tutunup yapışıyordu? Pikaba charles aznavour'un bir plağını yerleştirdi, gündüz gözü yaktı mumları, camları da inadına açtı; şirince tatilinden taşıdığı şaraplardan birini açtı, ayağı olmayan kadehine yerleştirdi ve koltuğa oturdu. Eski ev arkadaşının rahmetli babannesinden kalan ceviz berjere yerleşti, yüzünü defalarca değiştirip kasasını aynı tuttuğu berjerde poposunu iyice konumlandırdı; iki elinin arasına sıkıştırdı kadehini, bir yudum aldı, halının desenlerini ezberlercesine daldı gözleri. dudaklarından "neden" sorusu döküldü sadece, "neden bunu yapıyorum kendime? "

Şarabını kafaya dikti, iç sesi dışarıya vurmadan kararını vermişti. Üzerini değiştirdi, sevdiği elbisesini giyindi, saçlarını düzleştirdi, uzamış saçlarına baktı, makyajını yaptı, salona dönüp sofrayı kurdu, birkaç mum daha yaktı; masaya bu sefer iki değil bir tabak koydu, telefonu eline alıp mesajını gönderdi, "artık senede bir güne gerek yok" 

Bir kadeh daha koyup, iki kişi için kurduğu sofraya tek başına oturup, önce o günün ve sonraki  günlerinin sefasını sürdü. Kadehini, prangalarından kurtulmuşluğuna, ve hayatına yeni geleceklere, onlar için açtığı yere kaldırdı. 






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

102

 söz ve aksiyonun örtüşmediği yer. karanlık olan, tanıdık olan ama ne yapacağımı bir türlü bilip, öğrenemediğim o yer.  ilişkimin, evliliğimin son birkaç yılını sözleriyle yanımda olmak istediğini söyleyip, aksiyonlarıyla tam tersini söyleyen bir manipülatifle geçirdim, bu teşhisi koymam için çokça kitap, makale okumam, terapi seanslarına gitmem gerekti. bir yerde okumuştum, "bize başkalarının hasta ettiği insanlar gelir" diyordu terapiler için. Ben de bu öğretiyi aldım, söz ve aksiyon uyuşmuyorsa, aksiyonu baz almayı öğrendim. o sözleriyle kalmak istiyorum deyip, aksiyonları desteklemedikçe ben  yapamadım, o dengesizlik beni çökertti, kendimi tanıyamaz hale geldim, gözümün feri söndü, nasıl bir tutarsızlığın içinde olduğumu ancak dışına çıkınca anladım, "bazen sevsek de olmuyor" diye kendimi kandırmayı becerdim, bu kök öğreti yanlıştı, sevmek değildi bu, insan sevdiğini böyle derbeder ortada bırakmazdı; düzdü her şey, sevmiyordu.  bunu değiştirdim, ancak şimdi tam

16.

Başkalarının kendi tecrübelerinden edindikleri dersleri bize de aktarmalarını isteyip, kendimize uyarlamak mümkün mü diye düşünüyorum; özellikle de bize benzer kişilerin.  Sevdiğim bir aile büyüğüm, kendisine de sıklıkla benzediğimi düşündüğüm, bakış açılarımızın yaşadıklarımızdan bağımsız benzer olduğu H. ile uzunca sohbet ettik. Tüm psikolog maceramı, son dönemde içinden geçtiğim dönemin en yakın tanıklarından biri.  Bugün bir konuşmamızda "seni dinlerken bazen kendim konuşuyorum" gibi geliyor dedi, ben de cesaretimi toplayıp "o zaman sen söyle tecrübelerini, tecrübelerinden çıkardığın dersleri; madem bakış açılarımız aynı, ne yapıp yapmamam gerekiyor söyle de daha fazla hata yapmayayım" dedim; gülümseyerek dedi ki "ben senden ders alıyorum, sana baktıkça şimdi şimdi kavradığım şeylerin senin çoktan farkında olduğunu görüyorum" dedi.  İnsan, sanırım hata yapmadan, annesi babası gözünden ne kadar sakınsa da o tuzaklara düşmeden; kendi tecrübesi ile yürüme

60.

 sarmal hep aynı, içinde ben bir sona gidiyorum bir başa geliyorum; aslında hareket ediyorum ama sanki hiç yol almıyorum. Yeni yeni anlıyorum ki ben döne döne ilerliyorum aslında, başa döndüğümü sandıklarımın hepsi kısalan yolumun bir parçası, dönen merdivenleri inmek gibi sanki hep aynı noktadasın ama aslında hep daha derine, daha derine. bir bakıyorsun, çoktan gelmişsin.  İzliyorum, görüyorum, ne kadar farkındayım desem de hala bazı duygulardan, bazı yüzleşmelerden kaçıyorum. Kendimi bırakmıyor, üzülme fırsatını kendime hiç vermiyorum. Korktuğum, bu kadar sert kapattığım kapıların ardında ne var bilmiyorum ama her terapi seansı, J. ile her konuşma biraz daha acıtıyor. "Öz'e yaklaştıkça, hassas yerlere geldikçe acır" demişti bir keresinde, sanırım bu aralar ben sevmediğim sularda yüzüyorum.  Terapi gündemi haftalık olarak değişse de, kendi içerisinde bir kurgusu ve ilerleyişi var; bazı tespitler haftalar sonra karşıma yeniden çıkıyor; dün de onlardan biriydi. "GÜÇLÜ