Ana içeriğe atla

102

 söz ve aksiyonun örtüşmediği yer. karanlık olan, tanıdık olan ama ne yapacağımı bir türlü bilip, öğrenemediğim o yer. 

ilişkimin, evliliğimin son birkaç yılını sözleriyle yanımda olmak istediğini söyleyip, aksiyonlarıyla tam tersini söyleyen bir manipülatifle geçirdim, bu teşhisi koymam için çokça kitap, makale okumam, terapi seanslarına gitmem gerekti. bir yerde okumuştum, "bize başkalarının hasta ettiği insanlar gelir" diyordu terapiler için. Ben de bu öğretiyi aldım, söz ve aksiyon uyuşmuyorsa, aksiyonu baz almayı öğrendim. o sözleriyle kalmak istiyorum deyip, aksiyonları desteklemedikçe ben  yapamadım, o dengesizlik beni çökertti, kendimi tanıyamaz hale geldim, gözümün feri söndü, nasıl bir tutarsızlığın içinde olduğumu ancak dışına çıkınca anladım, "bazen sevsek de olmuyor" diye kendimi kandırmayı becerdim, bu kök öğreti yanlıştı, sevmek değildi bu, insan sevdiğini böyle derbeder ortada bırakmazdı; düzdü her şey, sevmiyordu. 

bunu değiştirdim, ancak şimdi tam tersi hikayede tıkandığımı fark ettim. bu kez sözleriyle reddedip, aksiyonları ile doğrulayan yerdeyim. 

uzun süredir görüşüyoruz, en başından ikimiz de ilişki istemediğimizi söyledik, yola çıkış noktamız aynıydı; ama birlikte çok zaman geçirdik, çok güldük, eğlendik, yemekler yedik, yemekler pişirdik, birlikte hiç uyumadık ama uyuyakaldık. instagramdan fotoğraflar, dating üzerine açılımlar, espriler gitti geldi, yeri geldi sohbet ederken elele oturduk. 2 gün konuştuysak 3 hafta konuşmadığımız oldu. 

bence o hep netti, işaretleri okumayı ben beceremedim. ya da sevesim geldi ve en uygun aday oydu.

burada, kendimde fark ettiğim bir bağlanma problemi var, sanki yeterince seversem o da beni severmiş gibi, ya da kendi hislerini bilmiyor, ifade edemiyor da ben onun yerine onun beni sevdiğini biliyorum gibi. Tuhaf bir yanılgı, bu konu üzerine durmam gerekiyor. 

iletişimimiz açık, defalarca söylemesine rağmen ondan hoşlandığımı, ara ara fazlasını istediğimi biliyor; o da kendi bu kadar net söylerken nasıl yanlış anladığımı soruyor. Uzun, açık, şeffaf bir "pillow talk" yapıyoruz. ben geçmişimi tüm yalınlığı ile anlatıyorum, o verdiği mesajların niyetinden bahsediyor; "yemek yapma o zaman" diyorum, "elele film izleme" diyorum, "iyi de öteki türlüsü zaten manasız" diyor, "e o zaman ilişki var,yaşa" diyorum, anlaşamıyoruz. ikimiz de kendimizce haklıyız, ben "intimacy" ve "paylaşma" diyorum, o da "benim için duygusal bir anlamı yok" diyor. 

"situationship"  tanımına uyuyoruz. tek eşli değiliz, bir ilişkinin sorumluluğu yok ama bir aradayken ilişki yaşıyoruz; sanırım hepsi bu. her şeyin geçtiğini, netleştiğini söylüyorum "hisler gerçekten de geçiyor mu sence?" diyor; daha fazla net olmamamız gerekiyor; ikimiz de geçmeyeceğini biliyoruz. onu kapıda görür görmez "özledim" diye kucağına atlamamdan, onun beni özlediğini söylemesinden, birlikte iyi olduğumuzu, bittiğimizde üzüleceğimizi söylememizden biliyoruz. bunları konuşmanın faydası yok, bir arada iken olan şeyin adı ilişki, üzerinde daha fazla durmaya, somutlaştırmaya gerek yok; olduğu kadar; sefasını sürecek kadar. 

tüm bu sohbetlerden sonra uyuyakalıyoruz, 22:35'de gelen o telefona uyanana kadar, üşüdüm diyip birbirimizin üstünü örtecek kadar uyuyoruz. 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

16.

Başkalarının kendi tecrübelerinden edindikleri dersleri bize de aktarmalarını isteyip, kendimize uyarlamak mümkün mü diye düşünüyorum; özellikle de bize benzer kişilerin.  Sevdiğim bir aile büyüğüm, kendisine de sıklıkla benzediğimi düşündüğüm, bakış açılarımızın yaşadıklarımızdan bağımsız benzer olduğu H. ile uzunca sohbet ettik. Tüm psikolog maceramı, son dönemde içinden geçtiğim dönemin en yakın tanıklarından biri.  Bugün bir konuşmamızda "seni dinlerken bazen kendim konuşuyorum" gibi geliyor dedi, ben de cesaretimi toplayıp "o zaman sen söyle tecrübelerini, tecrübelerinden çıkardığın dersleri; madem bakış açılarımız aynı, ne yapıp yapmamam gerekiyor söyle de daha fazla hata yapmayayım" dedim; gülümseyerek dedi ki "ben senden ders alıyorum, sana baktıkça şimdi şimdi kavradığım şeylerin senin çoktan farkında olduğunu görüyorum" dedi.  İnsan, sanırım hata yapmadan, annesi babası gözünden ne kadar sakınsa da o tuzaklara düşmeden; kendi tecrübesi ile yürüme

60.

 sarmal hep aynı, içinde ben bir sona gidiyorum bir başa geliyorum; aslında hareket ediyorum ama sanki hiç yol almıyorum. Yeni yeni anlıyorum ki ben döne döne ilerliyorum aslında, başa döndüğümü sandıklarımın hepsi kısalan yolumun bir parçası, dönen merdivenleri inmek gibi sanki hep aynı noktadasın ama aslında hep daha derine, daha derine. bir bakıyorsun, çoktan gelmişsin.  İzliyorum, görüyorum, ne kadar farkındayım desem de hala bazı duygulardan, bazı yüzleşmelerden kaçıyorum. Kendimi bırakmıyor, üzülme fırsatını kendime hiç vermiyorum. Korktuğum, bu kadar sert kapattığım kapıların ardında ne var bilmiyorum ama her terapi seansı, J. ile her konuşma biraz daha acıtıyor. "Öz'e yaklaştıkça, hassas yerlere geldikçe acır" demişti bir keresinde, sanırım bu aralar ben sevmediğim sularda yüzüyorum.  Terapi gündemi haftalık olarak değişse de, kendi içerisinde bir kurgusu ve ilerleyişi var; bazı tespitler haftalar sonra karşıma yeniden çıkıyor; dün de onlardan biriydi. "GÜÇLÜ